top of page
Yazarın fotoğrafıAttila Gursel

New York New York

Önceki yazımı okuyanlar bilir, geçtiğimiz Mayıs ayında eşimle üç farklı Amerikan şehrini gezdik. Bunlardan ilki Cuma akşamı gidip Salı öğlene kadar kaldığımız Washington D.C.'ydi. Salı günü sabah 10 otobüsüyle New York'a doğru seyahat ettik. İki katlı otobüs Türkiye'de genellikle küçük şehirden kalkıp büyük şehre giden eski otobüslere benziyordu. Seyahat konforluydu ama hizmet yoktu. İhtiyaç molası vermedik, ki zaten tüm seyahat yaklaşık 4-5 saat sürdü. Washington'u yağmurlu bırakmıştık New York'a da yağmurla girdik. Otobüs bizi ünlü Broadway caddesi üzerinde bıraktı. Otelimiz Manhattan dışında New Jersey'deydi. Oteli bize Washington'daki arkadaşlarımız ayarlamıştı. Otelden Manhattan'a düzenli shuttle olduğunu söylediler. Fiyatı da nispeten ucuzdu. Manhattan'la New Jersey'i Hudson nehrinin altından Lincoln Tüneli bağlıyordu. İlk gün için otele Uber ile gitmeye karar verdik. Uber bizden 50$'dan fazla para aldı çünkü tünel geçişleri de paralıydı. Aynı gün akşam ve sonraki günlerde hep shuttle kullandık. Gerçi öncesinde shuttle servisi otelin bedava sağladığı bir hizmet zannetmiştik ama gidiş adam başı 10$, gidiş dönüşse 15$ ödemek gerekiyordu. Yine de taxiden ya da Uber'den çok daha ucuza mâl oldu.

New York gözümde hep korkunç bir yer olmuştur. Sanki her köşesi bir tehlike barındıran, yolda yürümesi zor, önünüze ya bir kapkaççının ya da bir gaspçının çıktığı, özellikle gecelerinin tekinsiz olduğu bir şehir canlandırmışım gözümde. Sanırım Amerikan filmlerinin fazlaca etkisi var bu önyargılarımda. Bu gezi önyargılarımın ne kadar boş olduğunu bana gösterdi, en azından bizim gibi Manhattan ağırlıklı dolaşan turistler için.

New York'a vardığımız günün gecesini Manhattan'ın ünlü Times Square meydanında geçirdik. Herkesin bildiği bu dev reklamlar meydanı kelimenin tam anlamıyla ana baba günüydü. Her ülkenin temsil edildiğinden hiç şüphem olmayan bu meydanda insanlar birbirleriyle fotoğraf çekme yarışına girmişti adeta. Daha sonraki günlerde de mutlaka bu meydandan yolumuz geçti zira shuttle bizi bu meydana çok yakın olan bir noktaya indirip aynı yerden de alıyordu.

Ertesi gün kahvaltımızı otelimizde yapıp erkenden şehir merkezine indik. New York'ta iş görüşmesi yapacağımız bir firma olduğu için o gün biraz resmi giyinmiştim. Şirketin ofisi Rockefeller Center diye bilinen gökdelendeydi. Manhattan kendi içinde Lower Manhattan (Aşağı Manhattan), Midtown (Orta Kent), Upper Side (Üst Kısım) gibi bölgelere ayrılmış. Ayrıca 5. cadde Manhattan sokaklarını doğu ve batı olarak da ikiye ayırıyor. Manhattan adasının çoğu ızgara planına göre yapılmış ve Broadway dışındaki sokak ve caddeler ardışık numarayla büyüyüp küçülüyor. Ancak 5. caddenin kestiği örneğin 47. Sokağın doğusu Doğu 47. Sokak, batısı ise Batı 47. Sokak olarak adlandırılıyor. Rockefeller meydanı özellikle sanat eserleriyle dolu nispeten pahalı bir meydan. Gerçi Amerika'da ve özellikle New York'ta her şey ateş pahası. Hele bir de Türk Lirasına çevirirseniz en ucuz kahve 30 TL ediyor.

Rockefeller durağımızdan sonra yürüyerek önce 6. Caddeye çıkıp caddenin Broadway ile birleştiği yere kadar gittik. Burada Macy's alışveriş merkezinin içindeki güzel bir İtalyan restoranında öğle yemeği yedik. Listemizdeki diğer durak Empire State binasının tepesiydi. Bu kült gökdeleni şu anda birçok bina yükseklik olarak geçse de hala sanırım en çok ziyaretçi alanların başında bulunuyor. Giriş neredeyse adam başı 40$ gibi oldukça yüksek bir rakam olsa da biletlerimizi alıp sıramıza girdik. Önce asansörlere binip 80. kattaki Dare to Dream (Hayal Etmeye Cesaret) sergi salonuna vardık. Burası Empire State binasının nasıl planlandığını, inşa edildiğini ve tamamlandığını fotoğraf, belge ve çizimlerle anlatan, ilginç rakamlar veren bir bölüm. Örneğin bu devasa binanın 11 ay gibi inanılmaz bir sürede tamamlandığını buradan öğreniyorsunuz. Bu kattan da New York manzarası nefes kesici ama buradaki turunu bitirenleri başka bir asansörle 86. kata çıkarıyorlar. Burada artık açık alana çıkıp 360 derece açıyla görebiliyorsunuz Manhattan'ı. Bunun da üstü 102. kat mevcut ama bizim ziyaretimiz sırasında kapalıydı ve zaten burayı ziyaret ayrı bir ücrete tabi.

Empire State turumuzdan sonra 6. caddeyi kullanarak yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşün ardından 2,3 km. uzaklıktaki Central Park'a vardık. Amacımız hava kararana kadar burada turlamaktı ama hemen girişteki spor alanında top oynayan grupları görünce ne kadar yorulduğumuzu fark edip oturduk. Uzun müddet oturup hava henüz kararmaya başlamışken küçük bir tur atıp parktan dışarı çıktık ama bu parka ertesi gün tekrar gelip daha detaylı gezmemiz gerektiğini anlamak için bu ufak gezinti yetti.

Akşam yemeği için yeniden Times Meydanına gidip dünyaca ünlü Hard Rock Cafe'nin New York şubesine girdik. Burada bira içip bir şeyler atıştırmak ikimize de iyi geldi doğrusu.

New York'ta geçireceğimiz ikinci tam gün için planımız Özgürlük Anıtı ve Central Park'tı. Bu sefer metro hattını kullanıp Özgürlük Anıtına gidecek feribotların kalktığı The Battery parkına gittik. Park Finans Bölgesi diye adlandırılan Manhattan'ın aşağı bölümünün en ucunda bulunuyor. 1 numaralı metro hattının son durağı olan bu parkın içinde Clinton Kalesi diye adlandırılan yuvarlak yapının içinde gemi biletleri satılıyor. Bilet için ve gemi için ayrı ayrı sıralara girmek gerekiyor. Uzun bir bekleyişten ve havaalanlarındakilere benzer güvenlik aramalarından sonra gemiye bindik. Gemi bizim şehir hatları vapurlarını andırıyor.

Hudson nehrini geçip Özgürlük Anıtının bulunduğu adaya vardığımızda önce anıtın nasıl yapıldığına dair bilgi verilen müzeyi ziyaret ettik. Müzede orijinal tahta kalıplar dışında yenisiyle değiştirilmiş eski meşale de sergileniyor. Anıtın içine ve özellikle tacın içine her gün belirli sayıda kişiyi alıyorlarmış ve bizim gittiğimiz gün için bütün kontenjan dolmuş. Bu yüzden içeri giremeyip anıtın etrafında turladık. 1811 yılında inşasına başlanan heykel 1886 yılında son haline getirilip açılmış. Eiffel kulesinin de mimarı olan Gustave Eiffel'in tasarladığı heykel Paris'te hazırlanıp gemi vasıtasıyla New York'a getirilmiş. Bu adayı gezdikten sonra dönüş için bindiğiniz gemi Amerika'ya gelen göçmenlerin ilk defa getirilip bekletildiği, işlemlerinin yapıldığı ve göçmenlik işlemlerinin yapıldığı Ellis Adası'na da uğruyor. Biz fazla zamanımız olmadığı için bu adayı gezmedik. Limandan fotoğraf çekip geri Clinton Kalesine döndük.

Clinton Kalesinin de bulunduğu kesim aslında Aşağı Manhattan'da Finans Bölgesi diye bilinen yer. 11 Eylül saldırılarıyla yerle bir olan İkiz Kulelerin de yeri bu bölgede. Şimdilerde bu iki dev kulenin olduğu yer bir müze ve anıta dönüştürülmüş. Binaların oldukları yerler dev havuzlara benzer bir formda yeniden kaplanmış ve yukarıdan aşağıya sular akıtılmakta. Her bir kulede ölenlerin isimleri de bu anıta yazılmış. Özellikle bu saldırıda hayatını kaybetmiş kişilerin yakınları için çok önemli bir yer haline gelmiş.

Buradan bindiğimiz metro ile doğruca dün az bir zaman geçirebildiğimiz Central Park'a gittik. Central Park bence New York'un en güzel mekânı. Bu parkın iki yanındaki caddelerin üstlerinde dünyaca ünlü müzeler yer almakta. Aslında düşüncemiz bu müzelere de girmekti ama parka girince güzelliğine büyülenip dışarı çıkamadık.

Parkın her köşesinde bir sürpriz karşıladı bizi. Önce göz alabildiğine düz yeşil çimenlerin üstünde yatıp güneşlendik (11). Sonra biraz ilerleyince içinde kayıkların dolaştığı bir göle geldik (2). Buraya Bethesda Terası ve Çeşmesi deniyor. Arkamızda kalan geçidin içinde genç bir hanım aryalar söyleyip para topluyordu. Gölün içi minik su kaplumbağalarıyla doluydu. Buradan Loeb Kayıkhanesine (17), oradan da parkı ortadan ikiye bölen 79. sokağın 5. caddeyle kesiştiği çıkışa vardık (18). Burada konuşlanmış sokak çalgıcılarından caz dinleyerek dinlendik. Metropolitan Sanat Müzesinin (20) arkasından dikilitaşa vardık. Buranın biraz ilerisinde basketbol oynayanları seyrettik. Daha fazla ileri gitmekten vaz geçip geriye döndük ve boş boş gezinmek anlamına gelen The Ramble (19) korusuna daldık. Burası bir sürü kuşa ve sincapa ev sahipliği yapan inişli çıkışlı küçük bir orman. Burada göl ile birleşen orman enfes görüntüler sunuyordu. İlk başladığımız Koyun Çayırının kıyısından kah bisikletlileri, kah patenlileri, kah koşanları seyrederek, restoranlardaki kalabalığa bakınarak 59. sokakla Broadway'in köşesindeki metro durağına kadar vardık.

Broadway'i takip ederek tekrar merkeze döndüğümüz hava iyice kararmıştı.

New York maceramız ertesi gün Limo Line diye adlandırılan lüks otobüs firmasının otobüsüyle film izleyerek, yemek yiyerek Boston'a gitmemizle son buldu.


































22 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Komentarze


  • Instagram Sosyal Simge
  • Facebook Sosyal Simge
bottom of page