top of page
Yazarın fotoğrafıAttila Gursel

Basketbol Velileri

Kaan küçükken Atakule Spor Kulübünde basketbol oynuyordu. Şimdi ise kardeşi Ozan oynuyor. Ne yalan söyleyeyim oğlumun basketbola o kadar fazla yeteneği yok. Eğer ilerde de bu işi yapmaya devam etmek istiyorsa çok çalışması lazım. Ama derdimiz zaten milletimize yeni bir basketbolcu yetiştirmek değil; en azından benim için değil. Derdim derslerden arta kalan zamanını ve enerjisini yararlı bir şeylere kanalize etmek. Spor yaparsa vücudunun gelişimine katkıda bulunabileceği gibi, takım ruhu, arkadaşlık, sosyalleşme gibi amaçlara da ulaşmış oluruz diye düşündüm. Kendi seçimi ve isteğiyle basketbola yazdırdım.

Hafta içi iki akşam antrenmanlara gidiyorlar. Ben işten çıkınca uğruyorum, yarım saat seyrediyorum. Bazı veliler, çoğunlukla anneler, bütün antrenmanlara geliyorlar. Bir kısmı serbest meslek sahibi, bir kısmı ise ev hanımı olduğu için zamanlarını bu işe ayırabiliyorlar. Ben de eğer hafta sonu olursa oturup seyrediyorum antrenmanı. 

Takımdaki çocuklar ve aileleri gerçekten düzeyli, kaliteli insanlar. Çocukların birbirlerine ısınmaları, takım ruhunu kazanmaları adına zaman zaman piknik, gezi, yemek gibi organizasyonlar yapıp salon dışında da görüşüyoruz. Hepsi üniversite mezunu, aralarında mühendis, doktor, öğretmen, profesör, şehir plancısı (benden başka bir kişi daha) olanları var.  Takımımız Genç Atakule iki senedir Ankara Basketbol İl Temsilciliğinin düzenlediği turnuvalara minikler kategorisinde katılıyor. Turnuvalar oldukça kapsamlı; küçük, minik, yıldız, genç, ümit ve büyük kategorilerinden oluşuyor. Burada dereceye girenler Türkiye genelinde yapılan turnuvalara katılıyor.

Biz ilk sene, 10 takımlı grubumuzun il 5 maçını kazanıp son 4 maçını kaybedince, elendik. Çocuklar için de bizim için de ilk sene birçok yönden çok olumluydu. Elenmiştik ama 5 maçımızı kazanmıştık, dolayısıyla hem yenmeyi hem de yenilmeyi öğrenmiştik, heyecanlanmıştık, tecrübe kazanmıştık ve en önemlisi eğlenmiştik. 

İkinci sene yani 2014-2015 sezonuna hedefimizi yükselterek çıktık. Bu sefer gruplardan kesinlikle çıkmak istiyorduk. Takımımızdaki sporcu sayısı artmış, antrenmanların saatleri uzamış, hafta sonları hazırlık maçları yapmaya başlamıştık. Ancak henüz hazırlık maçlarında bile minik basketbolcularımızın mı yoksa velilerin mi daha hırslı olduklarını anlamakta güçlük çekiyordum. Yenildiğimiz bir maçtan sonra TRT’den emekli bir baba oğluna “Bu akşam sana yemek yok” dedi. Şaşkınlıkla güldük ama içimden hadi canım diye geçiriyordum.

İlk maça teknik bir nedenden Kaan'ın ve 4 arkadaşının lisansları yetişmedi. İlk maçta oynayamamasına biraz üzülmüştüm ama önemli değil diye düşündüm zira koçun elinde olmayan bir sebepten oynayamamıştı. İkinci maçta yine kadro dışında kalınca işin rengi değişti. Baya sinirlenmiştim. O sinirle gidip koçla konuştum. Oynamamasının nedenini sordum. Bana maça göre kadro oluşturduğunu, başka maçlarda oynayacağını söyledi. Ben de Kaan'ın bu durumdan çok mutsuz olduğunu ve çocuğumun psikolojisi için eğer isterse takımı bırakabileceğimizi söyledim. Kaan’la da uzun bir konuşma yaptım. Sonuç şaşırtıcıydı. Takıma girememek Kaan'ın çok fazla umurunda değildi. Onun için önemli olan oyun oynamak, eğlenmek ve arkadaşlarıyla birlikte olmaktı. Yani ben asıl amacıma fark etmeden ulaşmıştım ama bu arada kendimi nerede bulmuştum? Anladım ki, koça, “Kaan çok mutsuz” derken aslında, “Ben çok mutsuzum” diyordum. Hırslanmıştım, yarışan ve kaybeden bendim. O gece internetten çok güzel bir yazı buldum ve veliler olarak açtığımız facebook sayfamızda paylaştım. 16 maddeden oluşan bu metin Alain Stein tarafından yazılmış, Halil Can Pelister tarafından tercüme edilmiş. Arzu eden aşağıdaki linkten yazının tamamını okuyabilir. Özetle şunu diyor yazıda; aileler çocuklarına destek olmalı, olayı abartmamalı ve kendini kaybetmemeli. http://trendbasket.net/basketbolcu-velileri-bunlara-dikkat-16-kural/

Evet ben de kendimi kaybetmiştim ama bu yazıyı okuyunca silkindim. Diğerleri için de umutluydum ancak sanki sahada veliden çok amigo vardı. Önce herkese taraftar sweet shirtleri yaptırıldı. 

Maçlar devam ederken akıl almaz şeyler oluyordu. Bir maçta karşı takımın oyuncusuna bizimkilerden biri blok yapınca babası kendini tutamayıp “Ohhhh, aslanım benim, eline sağlık” diye bağırdı. Karşı takımın velileriyle kavga çıktı. Araya girip sakinleştirdik. 

Başka bir maçta hakem birkaç aleyhimize karar verince bir veli küfür etti. Öğrendik ki hakemlerin taraftarı saha dışına atma hakkı varmış. Saha komiseri geldi, veliyi dışarı çıkarttı. 

Bir başka maçta karşı takım oyuncuları gerçekten çok sert oynuyorlar, hakemler de müsaade ediyorlardı. İş çığırından çıktı hem koç hem de taraftarlar bağırıp çağırıyorduk. Bazıları koça takımı sahadan çekmesini söylüyordu. Hakem koçu oyundan ihraç edince ipler koptu. O kadar tepki göstermişiz ki Hacettepe Üniversitesinde Profesör Doktor velimizin oğlu tribünden atlayıp sahanın içinde koşmaya başladı. Zorla geri tribüne çıkardık. Maçın sonunda koç bizi yatıştırmaya çalışırken veliler hakemleri federasyona şikayet edelim diyordu. 

Kolejle oynadığımız maçta karşı takımın velileri arasında bir baktım Şehir Planlamadan sınıf arkadaşım Cem Işıl. Oğlu da takımdaymış. Beraber maçı izlemeye başladık. Bizimkiler yeniyor ama hakem de bizim lehimize bariz hatalı kararlar veriyor. Kolejli veliler hakeme bağırıp çağırıyor, bizimkiler zevkten tezahürat yapıyorlar. Maçın sonunda bizler sanki şampiyonluğu kazanmışız gibi sevinirken Cem’in de içinde yer aldığı kolejliler sanki birinci lig maçıymış gibi hakem kritiği yapıyorlardı. Sonradan öğrendim ki bizim velilerden birisi o gün sabah grubumuzdaki aynı spor kulübünün iki takımının birbirleriyle oynadıkları maçın tamamını videoya çekmiş; herhangi şaibeli bir durum olmasın diye. 2003 doğumlu 12 yaşındaki çocuklardan bahsediyoruz arkadaşlar, ne şikesi.

Öyle böyle bu sene gruplardan son maçımızı kazanarak çıktık. Bu arada son maçımız bizim ikinci takımızla idi. Şaibesiz bir şekilde zorlanarak yendik. Bir sonraki aşamada gruplarından çıkan takımlar beşerli iki gruba ayrıldı. Bu grupların birinci ve ikincileri de dörtlü final oynadılar. Biz ikinci gruptaki dört maçtan üçünü kaybedip elendik ama bu yazıyı yazmamdaki esas neden bu grup maçlarının ilkinde yaşandı.

Maçımız sabahın dokuzunda İvedik Mahallesindeki Aski Spor Salonunda. Bilmeyenler için söyleyeyim  6000 kişilik, bakımsız ama büyük bir salon. Biz,   iki takım velileri toplamda 40-50 kişi kadarız. Normalde takım taraftarları bu salonda karşılıklı oturuyorlar ve birbirlerinden oldukça uzakta kalıyorlar ama bu sefer yan yana oturduk. Hatta yer yer karışık oturanlar da var. Birkaç kişi uyardı ama herkes yok canım, bizim gibi “medeni” insanlar arasında bir şey olmaz denildi. Oyunda bu sene takımımıza katılmış bir çocuk  da var. Babası her antrenmana geliyor ama bir köşede oturup izliyor, ne bizimle konuşuyor ne de diğer veliler gibi çocuğunun “yanlışlarına” kenardan müdahale ediyor. Anlayacağınız gözümüzde sakin, sessiz bir adam. Daha önceki maçlarda da herhangi bir vukuatı yok. Bu maça da ilk defa eşiyle birlikte gelmişlerdi. Maçın başlamasıyla bizim yeni çocuğu tutan karşı takımdaki çocuk sertliğe başladı. Çocuk bu; kim bilir koçundan ne talimat almış, ya da aklından ne geçiyor. Bu bizim sessiz bey önce hakeme bağırdı. “Hakem faul yapıyor baksana” diye. Ardından hakem faul çalmayıp diğer çocuk da dirsek atmaya devam edince bu sefer oğluna bağırdı. “Sen de aynısını yap”. Bizimki babasını dinleyip sert bir şekilde girince bardağı taşıran son söz geldi: “Aferin oğlum işte böyle”. O anda ne olduğunu anlayamadan yanımızdaki taraftarlar laf atmaya, küfür etmeye; bizimki de yumruk atmaya başladı. Araya girdik ama nafile. İş iten geçmişti. Oyun durdu, sahadaki görevliler yukarı yanımıza geldi, polis çağrıldı ve en sonunda biz kalkıp karşı tarafa geçtik. Geçerken bizim eski sessiz beyin karısı sakinleşmesi için yalvarıyor o ise hırsını karısından çıkarıyordu.

Maçtan sonra Kaan'a ne diyeceğimi, bu durumu nasıl açıklayacağımı bilemedim. Nasıl bir örnek, bir rol model olmuştuk? Kazanmak için her yolu mubah sayan, bağıran çağıran, küfür eden ve hatta kavga eden biz veliler, çocuklarımıza nasıl bir nasihat verecektik? Ne öğretecektik? Spor ne içindi? Antrenman sahamızda bir yazı vardır. Der ki; “Burada önce iyi insan, sonra iyi sporcu ve sonra da iyi basketbolcu yetişir”. Bence tez vakit “iyi veli” eğitimlerine de başlamalılar yoksa çocukların vay haline.

*Bu yazıyı ilk defa 30 Nisan 2015'te yayınlamışım ama küçük oğlumla görüyorum ki değişen hiçbir şey yok maalesef.

24 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


  • Instagram Sosyal Simge
  • Facebook Sosyal Simge
bottom of page