top of page
Yazarın fotoğrafıAttila Gursel

Üç Farklı Amerika

Şirket olarak Mayıs ayında Boston şehrinde yapılacak INTA (Uluslararası Marka Derneği) yıllık marka vekilleri toplantısına katılmaya karar verince eşimin Amerika'yı görme isteğine de çare olması açısından kalma süremizi iki haftaya çıkardık. Eşimin kankası yıllar önce ailesiyle Amerika'ya yerleşip Washington D.C.'de yaşamaya başlamışlardı. Onun zaten niyeti bu planımız olmadan evvel D.C.'ye gidip onlarda kalmaktı. Geleceğimizi duyunca mutlaka D.C.'ye de gitmemiz ve onların misafiri olmamız konusunda ısrar ettiler. Bizim için de çok iyi bir fırsattı. Boston'da toplantı 18-22 Mayıs arasında yapılacaktı. Arkadaşlarımız hafta içi çalıştıklarından bir hafta sonunu mutlaka orada geçirmemizi istediler. Biz de bu yüzden 10 Mayıs cuma günü D.C'ye gitmek üzere biletimizi aldık ancak bir hafta D.C.'de kalmak için çok uzun bir zaman diye düşünüp araya otobüsle 4 saat mesafede olan New York'u da koyduk. Böylece rotamız oluştu; 10-14 Mayıs D.C., 14-17 Mayıs New York ve 17-21 Mayıs Boston. Amerika içindeki ulaşımımızı şehirler arası otobüslerle çözdük.



Yıllar önce 1992'de ilk defa Dallas, Texas'a gitmiştim. Texas'ın geri kalan Amerika'ya hiç benzemediğini söylerlerdi hep ama bu seneye kadar bunun ne kadar doğru olduğunu görme fırsatım olmamıştı. Bir de aklımda kalan bir deyiş vardı "Birini Gör, Hepsini Görmüş Ol" (See One, See All). Bu kısaca bütün eyaletlerin birbirinin aynısı olduğunu ifade eden bir deyişti. Ben de bu deyişin doğru olduğuna inanırdım ta ki bu sene üç ayrı şehri görene kadar. Üç şehir de aslında doğu kıyılarında yer alan birbirlerine nispeten yakın şehirlerdi. Buna rağmen üçünün de farklı ruhları vardı. Hepsinin iyi ve kötü yönleri vardı ama aynı değillerdi.

Washington D.C. tam bir memur şehri; sessiz, sakin. Belki arkadaşlarımızın banliyödeki evlerinde kalmamızın da etkisiyle bizim gözümüzde tam yaşanacak yer havası yarattı. Orman kıyısında yerleşkeler, kuşlarla bir arada yaşam, D.C. merkezdeki üniversite kampüsü havası bizi şaşırttı.


New York ise filmlerde izlediğimiz korkutucu, suç yuvası imajının aksine canlı, turistik, kozmopolit bir imaj çizdi. Sanırım bunda da esas neden zamanımızın tümünü Manhattan'da geçirmemizdi. New York'un tartışılmaz en keyif veren yeri devasa yüz ölçümü ile Central Park'tı. Burada geçirdiğimiz zaman New York'u hatta Amerika'yı bize sevdirdi.



Son duraımız Boston ise bana Avrupa kentlerini anımsattı. Mütevazi mimari, az katlı binalar, eski gotik kiliseler ve okyanus New York'un sıkışık, boyun ağrıtan, göz yoran sokaklarından sonra bize dinlendirici geldi.


Elbette her birinde kalış biçimimiz, bulunma nedenimiz ve birlikte olduğumuz kişiler farklı olduğundan şehirlerle ilgili algılarımız da farklılaşmış olabilir. Zira Washington D.C.'de arkadaşlarımızın 2 katlı müstakil evinde, banliyöde kalıp onlarla vakit geçirirken, New York'ta New Jersey'deki ucuz bir otelde kalıp kendi başımıza hiçbir planımız olmadan sorumsuzca dolaştık. Boston'da ise amacımız 10000 kişiden fazla katılımın olduğu bir buluşmaya dahil olup iş görüşmeleri yapmaktı ve şehri diğer iş arkadaşlarımızla yarım yamalak gezebildik. Boston merkezi bile eşimden ayrı, yağmur altında, takım elbisemin rahatsızlığıyla, neredeyse hiç zevk almadan dolaştım.

Amerika gezimiz bitip de tekrar eve dönerken yorgun ama mutluyduk. Evet eşimin Amerika'ya yerleşme hevesi geçmemiş belki de artmıştı (ben hiç istemesem de) ama en azından gözünde daha gerçekçi imgeler oluşmuştu. Amerika'nın büyük bir ülke değil 52 ayrı ülkeden oluşmuş bir ülkeler bütünü olduğunu ve her bir yerin kendine özgü olduğunu, kültürünün bile farklı olduğunu anlamıştık. Bir gün yeniden yolumuz düşerse bu sefer de batı sahillerini görmek isteriz. Eminim California eyaletindeki San Francisco ve Los Angeles görmeye değer farklı tatlar sunacaktır. Umarım bir gün...

15 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


  • Instagram Sosyal Simge
  • Facebook Sosyal Simge
bottom of page